Hesap sorma, soru sor!
Bu ne demek şimdi?
Çok sevdiğim biri, ona geçmişte yaşadığım bir olayı anlatırken fark etti ve fark ettirdi.
“Sen adama soru sormamışsın, hesap sormuşsun!” dedi. Dan dan dan!
Zihnimde sanki bowling oynanıyor. Bugüne kadar o olayla ilgili zihnimde geliştirdiğim türlü türlü düşünce ve bu düşüncelere bağlı duygular, labutların birbirine çarpıp devrilmesi gibi yıkılıyor. Sanki yer yerinden oynuyor.
Bazen cevabı biliriz ama yine de sorarız. İşte o an; zanlarımızla birlikte bir gerçeklik yaratırız. Kişinin ağzından duymak için, itiraf etmesi için ısrarla sorarız. Anlamsızca…
Sanki sorumuza zihnimizden gerçek zannettiğimiz cevabı verirse rahatlayacağız. Yani bir nevi dürüst olursa duyduğumuz cevap canımızı acıtsa bile bu cevabın tutulacak bir tarafı olur. En azından o kişinin tutulacak bir tarafı olur, dürüst davranmış olmasının tesellisine sığınmak için… Hepsi zihnin oyunları… Ve nasıl da bir kibir…
Kendime şu dersi çıkardım;
İletişim çok kıymetli, konuşurken yazarken hangi yolla kendinizi ifade ediyorsanız hangi his ve duyguları içine katıyorsunuz farkında olmak lazım… Özellikle soru sorarken içinde sitem var mı? Yargı var mı? Öfke var mı?
Soru sorarken hesap sormamak, kendi cevaplarımızı gerçek zannetmemek için bir durmak, düşünmek güzel olur. Bilinçli iletişim güzel olur…
Gözümüzle gördüğümüzde bile yanılsama olabildiği için zihnimizin zanlarıyla karar almak, hüküm vermek yerine “bilmiyorum” diyebilmek büyük rahatlık. “Bilmiyorum” diyebildiğimiz anda bize kötü ve sıkışık hissettiren düşüncenin pekişmesini, türemesini sonlandırabiliyoruz. İşte o zaman daha huzurlu, rahat ve güvenli bir alana geçiyoruz. Zihnimizin oyunları ve kibrimizden gelen egosal taktikler anında etkisiz hale gelebiliyor.
Hepimize kolay gelsin…
Soru cümlelerimiz, tüm sözlerimiz hesap sorma enerjisinden, sitemden, kırgınlıktan, öfkeden uzak olsun. SEVGİyle titreşsin. İletişim dilimiz SEVGİ olsun.