Duyarlı olmak

Sevgili Nazan’la nefes çalışmasındayız. Ailemin üç ası; Teyzem Mualla, Yengem Nurten ve sevgili annem de çalışmaya katılıyor. Nazan ne için nefes almak istediğimizi herkese tek tek soruyor. Yengem geçmişin üzüntülerinden dolayı ŞİMDİde kalmak ve zevk için nefes alma niyetini koyuyor. Teyzem 50 yıllık sigara tiryakisi olarak rahat nefes almak için niyetini koyuyor. Annemin ise kafası biraz karışık… Son günlerde aldığı şehit haberleri dolayısıyla; epey üzgün… Kendimi bildim bileli terör olayları var hala bitmedi diyor ve kızıyor. Yaşanan belirsizlik, huzursuzluk annemi mutsuz ediyor.

Hepimiz bir şekilde yaşadığımız, haberdar olduğumuz olaylardan etkileniyoruz. Bu yazı ile olaylara başka bir açıdan bakmanıza vesile olmaya niyet ediyorum. Ve olayların bizi nasıl etkilediğine dikkatinizi çekmek istiyorum.

Lütfen yazdığım olayı NÖTR okuyun. Bundan 5 yıl önce gazetede bir haber okumuştum. Tek başına yaşayan genç bir kadın market alışverişi yaptıktan sonra, aldıklarını taşımaya yardım eden market çalışanıyla, evine gidiyordu. Paketleri taşıyan genç, eve geldiklerinde genç kadını bayıltıp taciz etmişti. Elbette duyarlı bir insan olarak çok üzülmüştüm. Sonra kendimde şunu fark ettim. Market alışverişlerimi yaptıktan sonra paketleri taşımama yardımcı olan kişi evime doğru giderken bende tedirginlik yaratıyordu. Hemen yakaladım kendimi, okuduğum haber bana korku tohumu ekmişti. Bilinçaltım hipnozu almış ve korkuyu yaratmaya başlamıştı. Biliyorsunuz korktuğunuz başınıza gelir! Bilinçli telkinlerle korkumu serbest bıraktım. Ve huzurlu halime geri döndüm. Bu farkındalıkla; gazete ve televizyonda olanları, haberleri başka bir gözle incelemeye başladım. Bana hangi duyguyu hissettirdiklerine bakmaya başladım. Kızgınlık, öfke, acı, nefret, korku, üzüntü, suçluluk mu hissediyorum? Yoksa neşe, keyif, sevinç, mutluluk mu hissediyorum? Kısacası; kendime duyarlı olup duygularıma baktım. Maalesef gazete ve televizyonun çoğunlukla bana üzüntü, korku, umutsuzluk, çaresizlik, acı yüklediğini fark ettim. Bu tür duygulara ve hipnozlara ihtiyacım olmadığı için yaşamımdan beş yıl önce gazete ve televizyonu çıkardım. Radyo- Tv-Sinema okuyan bir iletişimci olarak nasıl bir ironi yaşadığımı siz tahmin edin. Yerine; kendi özgür irademle; keyif, neşe, umut, sevinç, mutluluk veren programları, filmleri internetten seçerek izlemeyi ve kitap okumayı koydum. İnanın 5 yıl öncesine göre çok daha mutlu ve huzurlu bir insanım J

Dikkatinizi çekmeye çalıştığım şey şu; içinizde hangi duygular ve korkular varsa bunlar enerji demektir. Ve sahip olduğunuz enerji alanı nasılsa; o alanda hangi duyguları, korkuları, inançları barındıyorsanız REZONANS KANUNU gereği; yaşamınızda aynı duyguların, korkuların, inançların olaylarını deneyimlersiniz. İçinizde; acı, öfke, korku vb. duygular varsa deneyimleriniz de bu yönde şekillenecektir. İyice anlayabilmeniz için lütfen REZONANS KANUNU’nun aşağıdaki bilimsel tanımına bir bakın…

Yer çekimi kanunu kadar gerçek bir kanun olan Rezonans Kanunu; evrendeki canlı cansız bütün varlıkların çevrelerine yaydıkları titreşimler sayesinde birbirleriyle iletişime geçtiğini söyler. Diğer bir ifadeyle bütün varlıkların kendilerine özgü bir titreşimleri vardır. Ve bu titreşimler birbirleriyle iletişime geçer. Titreşimlerin birbirleriyle iletişime geçmeleri için tek bir şart vardır: Benzer olmak… Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak; biz bizimle benzer rezonans alanına sahip canlıları, olayları ve nesneleri kendimize çekeriz. (bknz. Rezonans Kanunu kitabı Pierre Frankch)

Buradan hareketle;

1-     Odaklandıkça olayların duygularını kendi üzerimize alırız ve olayların enerjilerini büyütürüz.

2-     İçimizde ne varsa dışarıda onun yansımasını görürüz.

Sonuç olarak kızgınlıklarımız, öfkelerimiz, acılarımız, nefretlerimizle dürüstçe yüzleşebilirsek ve içimizdeki savaşı bitirebilirsek, başta kendimizi ve herkesi doğal sürecinde kalpten affedebilirsek huzur ve mutluluğa kavuşuruz.

Kalbimizde huzur ve mutluluk oldukça yaşamımızda da REZONANS KANUNU gereği mutlu ve huzurlu hissedeceğimiz olaylar şekillenir.

Şimdi lütfen düşünün, hissedin içinizde hangi duygular, korkular var? Trafikte biraz sıkışınca; öndeki arabaya saydırıyor musunuz? İşler yolunda gitmediğinde üzülüyor musunuz? Birisi istemediğiniz şekilde davrandığında kızıyor musunuz? Parasız kalmaktan korkuyor musunuz? Yoksa; gerçekten akışta mısınız? Olanı olduğu gibi teslimiyetle kabul edebiliyor musunuz?

Olan olaylara; yaşananlara duyarsız kalmak önemsemediğiniz anlamına gelmez. Başka bir bilinçle duyarsız kalırsanız aslında çok duyarlı davranmışsınızdır. Sükunette kalarak, sakinliğinizi, iç huzurunuzu koruyarak dengede kalırsınız ve dengeyi sağlayabilirsiniz.

Ezberleri bozup duyarsız kaldığınızda, özellikle sosyal medyada öfke kusan söylemler paylaşmadığınızda inanın daha fazla huzuru, sevgiyi ve barışı yayıyorsunuz.

Yeni bir bilinçle yazdıklarımın idrak edilmesine niyet ediyorum.

Sizden aşağıdaki linki izlemenizi ve size verdiği güzel duygulara odaklanmanızı rica ederim.

Sevgim ve BİRlik bilinciyle…

http://www.youtube.com/embed/auSo1MyWf8g?rel=0

 

Biraz bayram biraz aile köklerimiz…

1.  BÖLÜM

Bayram ziyareti ve baba tarafım…

Uzun zamandır akrabalarımıza bayram ziyareti yapmıyordum. Genelde annemle babamı ziyaret ederim bayramlarda… Bu sefer içimden annemle babamın yaptığı ziyaretlere katılmak geldi. Aynı gün içinde yaptığımız 3. durağa halama geldiğimizde; konu nasıl açıldıysa baba tarafımın köklerine indi.

Babaannemi hiç tanımadım. Ben doğmadan önce ölmüş. Annem; hiç tanımadığı kayınvalidesi için çok iyi, çok çileli bir kadınmış diye babamdan ve halamlardan duyduklarını anlatırdı. Dedem ise çok net hatırlıyorum. Bize ansızın çıkagelir bir iki gün misafir olur giderdi. Sessizdi dedem çok konuşmazdı. Başında kasketi, elinde bastonuyla tın tın sessizce gelir sessizce giderdi. Sanırım sekizinci ve en küçük çocuğu; babamı ve biz torunlarını görmek dedeme iyi geliyordu. Dedem geldiğinde bir köşede oturur, küçük gülen gözleri, büyük kulaklarıyla beni ve kardeşimi izlerdi. Hani şu Şener Şen’in meşhur Züğürt Ağa filmi vardı ya dedem işte oradaki Züğürt Ağa’nın babası gibiydi. Babamın onu evlendirmesini isterdi. Anneannem bizi alıştırmış her geldiğinde çiklet, çikolata getirmeye biz de dedem gelince anneannem gibi bize bir şey getirir sanırdık. Hatta kardeşim bir gün “Dedeee bize ne getirdin?” diye ısrarla sorup dedemin kasketinin altına şekerleri sakladığını sanınca dedemin kasketini kafasından çekip almıştı J Çocuk işte… Dedem bir dahaki gelişine küçük bir kese kağıdında kabuklu yer fıstığı getirmişti. Bize de getirdiği sadece oydu. Dedem 92 yılında 92 yaşında vefat etti.

Bugün bayram ziyaretinde; halamdan babaannemin ve dedemin hikayesini ilk defa dinledim. Ve hem ikisinin hem de çok genç yaşta ölen onların anne babalarının ruhlarının huzura kavuşması için niyet ettim. Tesadüf o ki dedem ve babaannem; iki öksüz evlenmiş. Babaannemin babası hayvancılıkla uğraşan, tarlaları olan zengin bir çiftçiymiş. Bitmek bilmeyen Yemen savaşından kaçıp kaçıp geldiğinde babaannem ve erkek kardeşi dünyaya gelmiş. Babaannemin babası Yemen harbinde çocuklarına doyamadan çok genç yaşta şehit düşmüş. Babaannemin annesi de acısına dayanamayıp 27 yaşında ölmüş. Babaannemi ve kardeşini amcası ile teyzesi büyütmüş. Anasız, babasız boynu bükük büyüyen babaannem önce kendisini Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle isteten dedem Süleyman Ağa’ya varmamış. Çünkü amcası, babaannemi yukarı köyde hiç görmediği birine nişanlamış. Konu komşu yabancı köye gelin gitme napıcan oralarda yalnız deyince babaannem yabancı köyde iyice öksüz kalırım diye düşünüp bohçasını hazırlamış. Amcasının nişan kesmesine rağmen dedeme kaçmış. Kaçmak; o zamanlar düğün dernek yapılana dek muhtarın evinin emniyetinde kalmakmış. Önce kendisine varmayan, sonra kendisine kaçan babaannemi alınca dedem çalgı çengi tutmuş büyük düğün yapmış. Böylece; iki öksüz birleşmiş. Dedemin annesi, dedem küçük yaştayken ölünce babası tekrar evlenmiş. Evlendiği cici annenin de bir çocuğu varmış, dedem eve fazla gelmiş ve küçük yaşta iç güveysi olarak başka bir eve damat gönderilmiş. O evde dedeme emirler yağınca dedem çekmem bunu deyip baba evine geri dönmüş. Ardından babaannemle evlenmiş. Birbirlerini sevmişler, saymışlar. Ama özgür ruh dedem yollara düşünce ne zaman döneceği belli olmazmış. O zamanlar cep telefonu yok tabi… Babaannem dedemin yolunu gözlemekle geçirmiş yıllarını…

Halam anlatırken babasıyla, annesinin hikayelerini; aniden bir şeyi fark ettim. Geçmiş kuşakta yaşanan bir olay şimdi de tekrar ediyordu. Geçmişte edilen ahh bugün hala enerjisini devam ettiriyordu. Nasıl mı? Şimdi bu bölüm daha da heyecanlı J

Dedim ya babaannem zengin çiftçinin kızı ama hem babasını hem annesini kaybedince ona ve erkek kardeşine bakan kişi amcası… Amcası; babaanneme ve kardeşine babalarından kalan yerleri vermemiş, kendi yeri olarak benimsemiş. Babaannemin amcası; babaannemin mallarını satıp savdıkça dediklerine göre haklarını yemiş. Hani derler ya yetim hakkı diye… işte öyle…

Günümüzde de dedemden babam dahil dört halama kalan arsaları amcam (babamın ağabeyi) çocuklarının üzerine geçiriyor ve yıllardır süren mahkeme hala devam ediyor. Bir türlü çözülemiyor. Sanki ailenin malla ilgili kaderi tekrar ediyor.

Bir boyutta babaannemin amcasını affetmesi amcasının da babaannemden özür dilemesi gerekiyor. Toprakla malla mülkle ilgili açmazlar, çözülmemiş sorunlar varsa; Bert Hellinger aile dizimi sisteminde şöyle der… Herkes köklerini bulmak ve ait olduğu yerde olmak ister. Yemen topraklarında şehit düşen babaannemin babasının bu vesileyle özgürleşmesine niyet ediyorum.

Aileniz köklerinizdir. Köklerinize bağlı değilseniz siz de yaşamda köklenmekte bir yere ait olmakta zorlanabilir ya da zorluklar yaşayabilirsiniz…

Şimdi köklerinize dönüp bakma zamanı. Yaşamda köklenmek için ihtiyacımız olan sevgi ve güveni tam olarak alabildik mi? Bakma zamanı…

Kısacası; “Ben zamanı” yaratarak hepsini sorgulayabilir… Köklerinizin ruhunu görerek anlayarak hissederek özgürleştirebilir, kendinizi de bu vesileyle özgürleştirebilirsiniz…

2. BÖLÜM

Köklerimizden akan SEVGİ

Kişisel&ruhsal gelişime dair kitapları açlıkla yutarken ve her türlü eğitime, seminere, bireysel çalışmaya giderken; “tesadüfen”J aile sergisi ya da aile dizimi denen yöntemi duydum. Bana duyuran kişi; aile sergisinin ne olduğunu anlamam için sadece bir kitap önerdi.

Sevginin saklı simetrisi kitabın adı, yazarı Bert Hellinger…

Kitabın yarısına geldiğinde kendi çekirdek ailemde pek çok alma verme dengesizliği olduğunu fark ettim. Annem; babamın 2. Eşi, babamın ilk eşinden 2 ağabeyim var. Biz toplam 4 kardeş bir arada büyüdük. Ağabeylerimi de annem büyüttü kısacası…  Ve gene ne tesadüf ki J bir mail aldım. Halise Baydar’ın Şifa Çemberi’ndeki aile sergisi çalışmasına dair. Meraklı ruhum hemen gitmeye karar verdi.

2010 yılının sıcak bir yaz günüydü… Herkes denize havuza giderken ben ailemin sergisinde; ailemin ve kendimin gerçek duygularıyla yüzleşiyordum. Her açılan sergide kendimden bir şey buluyor, şifalanıyordum. Eşlerin birbirlerinin kadınlığını ve erkekliğini onurlandırmasının ne kadar önemli olduğunu, her iki tarafında yürümeyen evliliklerinin %50 sorumluluğunu almasının ne kadar dönüştürücü olduğunu ve çocukların annesi ve babası olarak eşlerin birbirlerine teşekkür etmesinin ne kadar mucizevi olduğunu gördüm. Sonra da bu enerji dönüşüm çalışmasının hayatıma yansımasını müthiş bir şekilde deneyimledim.

Aradan 2 yıl geçti, hayatımda çok şey değişti…

İşte bu bayram ziyaretinden sonra bolluk berekete ilişkin ailedeki tıkanıklıkların babamın köklerinden geldiğini fark ettim. Nereye geleceğini, ne yaşayacağını bilmeyen ama eksik olmasın bana güveni tam olan 67 yaşındaki babam kırmadı beni ve aile sergisi çalışmasına geldi.

Sevgili Halise Baydar; babamın hem annesi hem de babası tarafından gelen sevgi ve güven eksikliğini tek sergide büyük bir özveriyle tamamladı. Sonuç muhteşem oldu.

Sergide çözülenler;

  • Temsili olarak babaannem büyük eksikliğini hissettiği; annesinden ve babasından ihtiyacı olan sevgi ve güveni aldı. Alabildikten sonra dedeme ve 8 çocuğuna aktarabildi.
  • Annesiz büyüyen dedem; annesiz büyümenin öfkesini kendi babasına ifade etti ve rahatladı.
  • Babaannem ve dedem şu an yaşamamalarına rağmen ruhlarının bir boyutta tekrar buluşmasıyla birbirlerini onurlandırdılar.
  • Ve babam küçüklükten itibaren babasının annesini genelde yalnız bırakmasından dolayı; kendini annesinin kocası yerine koymasından özgürleşti. Halise’nin söylediği çok önemli bir söz vardı. “Annelerine kocalık yapan erkekler eşlerine kocalık yapamaz.”
  • Ve bugün amcamın malları neden kendi çocukları üzerine geçirdiği anlaşıldı. Ailenin en küçüğü olan babam; ağabeysine göre sevgiyi daha fazla almış. Amcam da annesinden babasından ihtiyacı olan sevgiyi tam alamayınca mallarının tamamını almış.

Kısacası; ihtiyacımız olan tek şey SEVGİ.

Sevgi olduğunda kendimizi emniyette ve güvende hissediyoruz. MUTLU oluyoruz.

Hayattaki duruşunuzu etkileyen köklerinizin sevgisini tam olarak almanızı ve koşulsuzca sevmenizi & sevilmenizi diliyorum.

Sevgim ve BİRlik bilinciyle…

Babaannem Hayriye ve Dedem Süleyman

Çok sevgili ailem, dostlarım, arkadaşlarım, danışanlarım ve tanıdıklarım,

“Ben zamanı” yaratarak gittiğim Hindistan yolculuğumuzu …GİTTİK adlı kitabı yazarak ölümsüzleştiren Serap Teğmen’in gazete manşetlerine taşınan hayalini ve kitabın prını yapan sevgili dostum Kadriye’nin yılmaz azmini aşağıdaki yazımla ve ekteki manşet haberle keyifle okumanızı diliyorum.



0:00
0:00